Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kampanya: Atsız Affedilmelidir! Atsız'ın hapse atılmasıyla ilgili ilk protesto bir Alman bilim adamından gelmiştir: Dr. Heinrich Georg Baum. 20 Kasım 1973'te Bon'daki Türkiye Büyükelçisi Vahit Halefoğlu'na yazdığı bir dilekçede olayı protesto ettiğini ifade ediyor, Cumhurbaşkanı'na da bir dilekçe yazdığını belirtiyor ve
Çok seviyorum böyle diriliş hikayelerini :)
Bir cuma günü namazdan sonra mezarlıktan hayatı seyrederken yanıma gelen bir asker titreyen sesiyle "selam"ın onu nasıl dirilttiğini anlattı: "Ankarada nizâmiyeden ayrıldım, eve gidiyordum. Bir apartman mescidinden çıkan cübbeli, sarıklı insanları görünce bir anda öfke beynime sıçradı. Bana doğru gelen bir sarıklıya omuz vuracak şekilde hızlı adımlarla ilerlerken sarıklı, birkaç adım kala es-Selamu Aleyküm ve Rahmetullah' dedi. Selam tuttu beni; bir anda öfke sükûnete, nefret muhabbete döndü. İslâm üzerine araştırmaya başladım. Vaazlar dinledim. Hiç birinde insan kesmekten bahsetmiyor; baskıdan, zorbalıktan söz edilmiyordu. Müslümanlar, çocukluktan itibaren bana anlatılanlar gibi değildi. Karıncayı incitmekten korkan bu insanları bütün kötülüklerin sebebi olarak tanıtmışlardı bana. Sabah karargâhta arkadaşlara "selam"ın bendeki büyük tesirini anlattım. Birlikte vaaz dinlemeye başladık, sonra da namaza... O zamanlar kışlada mescid yok, namaz da serbest değildi. Bu yüzden birimiz kapıda nöbet tutar, diğerleri namaz kılardı."
Reklam
Atsız'a Milletvekilliği Teklif Ediliyor: Halkın belki de yarısının gönül verdiği Menderes ve arkadaşları idam edilmişti ama memlekette yaprak kımıldamamıştı. Türkiye seçim sath-ı mâiline girmişti. O günlerde Atsız'a da milletvekilliği teklif edildi. Erk Yurtsever anlatıyor: "2 Eylül 1961, Cumartesi günü saat 11 suları... Telefondaki
Şehid Seyyid Kutub’un idama mahkumiyetinden sonra onu mahkeme salonundan alan arabadaki resmine dönüp bir kere daha bakmak olacaktır... Saadetten sonra bir saadet olduğunu gösteren resmi; zira hak yolunda şehid olup Rabbı’na kavuşacaktı. Sonra da kendisini iftiralara dûçar eden «Yoldaki İşaretler» kitabında hapishanede yazdığı sözlerini birlikte okuyalım: Aziz şehid şöyle diyor: «Şartlar değişir ve müslüman madde karşısında mağlup duruma düşer de kendisinin üstün olduğuna dair inancı kaybolmaz; mü’min oldukça galibine karşı üstten bakar; bu halin geçici olduğuna ve sıranın -hiç şüphesiz- imana da geleceğine kuvvetle inanır. Gereği ne olursa olsun boyun eğmez. Herkes ölür, fakat o, şehid olur. O, dünyayı bırakır, cennete gider. Galip gelen ise dünyayı bırakır, Cehenneme gider, O, oraya; bu buraya. O, kerîm olan rabbin sesine kulak verir: «Allah’ı ve Peygamberi tanımayanların refah içinde diyâr diyâr dönüp dolaşmaları ziıılıar seni aldatmasın.»(¹) «Azıcık bir fâidedir, (o). Sonunda varıp sığınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü bir yatakdır!..» Fakat Rablerinden korkanlar (öyle mi ya)? Altlarından ırmaklar akan cennetler -kendileri içinde ebedî kalmak, Rableri katından verilecek nice ziyafetlere de konmak üzere- hep onların Allah'ın nezdinde olan (nimetler) iyiler için daha hayırlıdır.» (Âl-i İmrân sûresi, âyet: 196-198)
Sayfa 76 - Cağaloğlu Yayınevi / (1) Bu ve emsâli âyetlerin muhatabı Resulu ekrem sallelâhu aleyhi ve sellem vasıtasiyle bütün müminlerdir.
Lyon'lu fizikçi Jacob Spon ile botanikçi ve antikacı George Wheler'in yol arkadaşları Vaillant, başına en teatral olaylar gelen seyyahlar listesinde kesinlikle en üst sıralarda yer almalıdır. Vaillant bir keresinde korsanların eline düşmüştür. İçi altın para dolu kesesiyle birlikte salıverilmesine rağmen, bu felaket sinirlerini öyle çok bozmuştur ki, korsanlar yeniden ufukta göründüklerinde kesesindeki altınları yutuvermiştir. Bu sefer boş yere yutmuştur. Ama neyse ki doğa kendisine altınları geri vermiştir!
Sayfa 199Kitabı okudu
Ona hep çok geçmeden yeri boşalacak bir adam gözüyle bakıyorlarmış gibi geliyordu. Ya da arkadaşları, ummadığı bir zamanda başına gelen ve günden güne onu kemiren, kim bilir sonunda nerelere kadar götürecek korkunç derdimi şaka konusu yaparak, kuruntularıyla alay etmeye başlıyorlardı.
Reklam
Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken bir yandan da onlarla sobbet ediyor, "Nerelisin?", "Kaç kardeş siniz?" gibi sorular soruyordu. Gözleri bir ara, saçının ortası kırmızı olan bir delikanlıya takıldı. Delikanlıyı yanına çağırdı ve merakla sordu: "Adın ne senin evladım?" Delikanlı, hazır ol
Çerkez Ethem'in Yunan kuvvetleriyle birleştiği iddiası, bugün resmi tarihin parçasıdır, büyük bir tarih falsifikasyonudur. Burada, bir parantez açmak istiyorum: Doğrular da, yanlışlar türünden bir çorap söküğüdür. Bir ucu bulunur ve söküş başlarsa devam eder; Çerkez ile ilgili falsifikasyon, "Birinci İnönü Zaferi" falsifikasyonu ile devam etmek durumundadır. Çünkü o sırada Çerkez bir güçtür; Anadolu insanı ve köylüsü ise bir Kurtuluş Savaşı için inançsız ve kaçkın görünüyor. İstiklal Mahkemeleri'nin cepheden kaçan köylüleri yargılayıp idam etmek için kurulmuş olduğunu hatırlatmak gereği duyuyorum; inançsız sürülerle kurtuluş olmaz, bunlara moral vermek gerekiyor. Bu sırada Anadolu insanı Çerkez'in gerillalarına ve Sovyet Rusya'dan gelecek maddi yardıma güvenmek zorundadır; Triumvira, hem Çerkez'i ve hem de aynı tarihte, yardım yerine Moskova'dan gelen Mustafa Suphi ve arkadaşlarım tasfiye ediyor. Böyle bir zamanda Triumvira'nın bir "zafer" ihtiyacı var.
Sayfa 459Kitabı okudu
Türkiye Tarihinin İki Büyük Yalanı
"Yalan" sözcüğünden daha çok, "tahrifat" veya "falsifikasyon" sözcüklerini kullanmayı tercih ediyorum. Bilimsel ya da bilim-yakını tartışmalarda bu sözcükler kullanılıyor; gerçek tarihi olumsuz anlamda bozmayı anlatıyor. Yapılan budur ve bu hem bir zorunluluk ve hem de politik bir gereklilik olarak ortaya
Sayfa 458Kitabı okudu
Sex and War (Cinsiyet ve Savaş) başlığı kulağa erkeklere sunulmuş bir yem gibi gelebilir, ama yeni yayımlanan bu kitap kadınları güçlendirmeyi amaçlayan bir manifesto. Üreme biyoloğu Malcolm Potts'ın siyaset bilimci Martha Campbell ve gazeteci Thomas Hayden'la birlikte kaleme aldığı bu kitapta kadınların gebeliği önleyici yöntemlere erişim ve istedikleri kişiyle evlenme olanağı buldukları zaman, erkekler tarafından bebek fabrikaları olmaya zorlandıkları dönemlere göre daha az çocuk yaptıklarını gösteren kanıtlar sunuluyor. Bu da ülke nüfus piramidinin tabanda genç bir nüfusla şişmeyeceği anlamına geliyor. (Eski anlayışların tersine, nüfus artışı azalmadan önce o ülkede refahın artması gerekmiyor.) Potts ve çalışma arkadaşları kadınlara (daima cinsiyetler arası biyolojik savaşın yarışma alanı olan) doğurganlık kapasiteleri üzerinde daha fazla denetim olanağı verilmesinin, dünyanın tehlikeli bölgelerinde şiddeti azaltmaya dönük en etkili yol olabileceğini ileri sürüyorlar. Ama çoğu zaman bu güçlendirmenin gerçekleşebilmesi için, önce kadın doğurganlığı üzerindeki denetimlerini sürdürmek isteyen geleneksel erkeklerin ve gebeliği önleyici yöntemlere ve gebeliğin sonlandırılmasına karşı çıkan dini kurumlardan gelen direncin yenilmesi gerekiyor.
Sayfa 755Kitabı okudu
Reklam
Bu menkıbeyi her okuyuşumda kimyam bozulur... Okuyun!
Ebü'l-Leys Semerkandî hazretleri [kuddise sırruhû] anlatıyor: Bir defasında Bağdat'ın zenginleri Mekke'ye hacca gitmeye karar verdiler. Bağdat'ta fakir bir dokumacı vardı. O da hocaların Mekke'ye gideceğini duyunca kendi kendine şöyle dedi: "Ben de onlarla birlikte hacca giderim. Zenginlerin malı varsa,benim de
Hitler'in kaos ve huzursuzluk ortamına ihtiyacı vardı ve böyle bir ortam yaratmayı da çok iyi biliyordu. Ve tabii desteğe ihtiyacı vardı; bunu sağlayan da kendisine taparcasına bağlı çalışma arkadaşları, yönetilebilen ve hızla harekete geçirilebilen güçlü bir ordu, büyülenerek katliama sürüklenebilecek bir halk, kafası karışmış, dağınık, kolayca aldatılabilen, miyop ve korkak yabancı muarızlar, savaşmaktansa kurban olmayı seçen komşular olacaktı. Ve tabii bunun büyük bir bölümünü de o yaratıyordu. Hitler o günkü dünya koşullarını aldı ve kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirip manipüle etti.
Sayfa 278Kitabı okudu
Yumurtalık olayı
"İtoğluiti bıraktılar dışarı. Bütün komünistleri saldılar ortalığa, bütün şeyleri... Git bana buranın sahibini çağır!" Garson çekildi. Adam ayağa kalktı, Yavuz'un masasından duyulacak biçimde bağırmaya başladı: "Bu komünistin ne işi var lan burada? Niye soktunuz bunu benim olduğum yere? Bu aktör filan değil lan, vatan
Sayfa 182Kitabı okudu
"Mustafa kâmal şerefimizle hatta canımızla oynamaktadır!"
"Bir sabah top seslerinden endişe ile uyandık. Meğer Cumhuriyet ilan olunuyormuş. Ankara'dan gelen haberler Mustafa kâmal'in yeni topladığı bir muhitle tam bir diktatörlüğe gittiğidir. Milli hakimiyet yerde şahsi hükümranlık kurulmuştur. İstiklalimizi kurtaranlar hürriyetimizi bozacaklar mıydı?" Gazetecilere kısaca şu cevabı
Sayfa 189 - TruvaKitabı okudu
447 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.